Tanıdığımda ortaokula gidiyordu Hamza… şimdi liseye gidiyor ama babasına sorduğumuzda liseye gittiğini biliyor ama hangi lisede okuduğundan haberi yok…
İki mavi boncuktu gözleri..gülerken bir kez gördüm..güldüğünde ne de güzel bir çocuk olurdu…onu da sonra anlatayım…
Biz yaklaşık 6 yıldır her sabah doğa yürüyüşü yapıyoruz… Hamza bizim yürüyüş yolumuzun üzerinde bir köyde yaşıyor..bu köy Samsun’un Atakum ilçesine bağlı “Karaoyumca” köyü…
Hamza’yı tanıdığımızda on üç yaşındaydı..köy okulları kapandığından taşımalı sistemle yabancısı olduğu bölgenin okuluna gidiyor…Babası Hamza’nın çoğu zaman okula gitmediğini söylüyor..köy çocuklarını toplamaya gelen servisi görünce elinde çantası evin arkasındaki dağa kaçıyor Hamza…
Hamza dağa değil aslında yitik bir yaşama doğru koşuyor…Sevgisiz ve öfkeli bir yaşamın içinde dağı kendine kurtuluş yolu olarak seçiyor kim bilir…
Hamza büyürken içindeki öfkede büyüyecek..bu öfkesiyle ileride belki benim kızımın belki de sizin çocuklarınızın canını acıtacak..Başı okşanmamış yanağına bir öpücük kondurulmamış olmanın ezikliği Hamza’nın kin ve nefretle mutlu çocuklardan öç alma eğilimini büyütecek kuşkusuz…
Annesi “benim kardeşlerim de okumadı ama yaşayıp gidiyorlar” demiş..Babası “okula gitmezse ona traktör kullanmayı öğretirim..toprağı işler olur biter” demiş..Hamza rotasız ve pusulasız bir yolda kendine yol gösteren olmayınca dağlara vurmuş kendini..
Bir sabah yürüyüş esnasında Hamza’nın yaşadığı evdeki camlardan birine yapıştırılmış bir resim gördük…
belli ki resmi Hamza yapmış ve gelen geçen görsün istemiş…”Ben buradayım” diye attığı çığlığın camdaki ilanıydı belki de…
Her gün yürüyoruz demiştim ya… Ertesi sabah camda resim yoktu. Hamza bahçedeydi..telden bir araba yapmış arabanın arkasına da plastik kovayı keserek kamyon kasası yapmıştı.Yoldan topladığı taşları kasaya doldurup evin eğreti duvarının önüne taşıyordu.. Kim bilir kendi yıkık hayatını sağlamlaştırmak ister gibiydi yaptığı iş…
Hamza bizi gördüğünde kaçmak istedi.. Resmini çekmek istediğimizi söyledik…mahcup mahcup yanımıza geldi..poz verirken gülüşünü ilk kez gördüm..
Gülüşü gözlerinin mavisinde saklanmıştı ve gökyüzü Hamza’yı kendi mavisiyle donatmıştı..Hamza gülüyordı…Gülünce her çocuk güzeldi…ama dedim ya bir çift mavi gözüyle Hamza daha da güzel bir çocuk olmuştu…
Hamza’ya camdaki resmi sorduk…
“çok güzel çizmişsin” dedik. Güldü önce sonra birden öfkelendi..öfkesi babasınaydı..babası cam kirleniyor diye resmi söküp atmıştı..kirlenmesin dediği perdesiz ve kirden içeriyi göstermeyen bir camdı…
Hamza şimdi de öfkeli.. Hamza’nın gözleri şimdi de mavi iki boncuk ve Hamza liseye başlamış ama okul yerine dağlara kaçmaya devam ediyor…Gözlerinde çizdiği resmin kirletmeyeceği bir camın saflığını ve temizliğini görmek olası…
Hamza kim bilir yüreğine hayatına dokunacak bir el umudunu yitirmek üzeredir.. belki de mutluluğun resmini çizmesine ve çizdiği resmi kimsenin yırtmadan asabileceği bir cam düşlerini süslemeye devam ediyordur…
“Çocukların Ulusu Yoktur…” demiş ya ozan..Hamza artık hepimizin çocuğu olmuştur..ya sevgimizle mavi gözlerinin içine gülüşlerini ve umudunu taşıyacağız ya da dağlara gönderip içindeki çocukla Hamza’yı öldüreceğiz…
Bu bizim Hamza’nın öyküsüydü…
Sizin tanıdığınız isimleri başka çizdiği resimler başka ne çok Hamza yaşıyor ve dünyanın en kuvvetli merhemi sevgi ile iyileşmeyi bekliyor…
Suçlu çocuk yoktur.Onları suç işlemeye iten çevresi ve büyük olarak tarıf ettimiz bizleriz.Birey olduklarını kabul etmediğimiz sürece ,suçlu çocuklar çoğalacaktır.Öykün çok güzel ve anlamlı .Yüreğine sağlık,kalemine kuvvet Abdurrahman Bey kardeşim.Selamlar
Kaleminize sağlık. Çok güzel bir yazı olmuş