Cumhuriyet Bayramı

Okuma Süresi: 14 dk.

Yarın 95’inci yılını buruk bir heyecanla kutlayacağımız Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyeti, 630 senelik bir imparatorluğun küllerinden nasıl böyle bir yönetim biçimi çıktığını, çıkarıldığını, o yıllarda dünyada yaşanan olayları kısaca anlatmak istiyorum ki sahip olmaktan her geçen gün uzaklaştığımız Cumhuriyetimizin kıymeti daha iyi biline.

Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılı, yani 20. yüzyıl devletlerin en kanlı savaşlarını yaptıkları, en büyük krizlere sürüklendikleri bir çağ olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.

Bu tarihte olanları bilmek, aslında Cumhuriyeti ilan etmeyi bırakın, akla getirmenin bile ne kadar zor olduğunun farkına varmak ve tüm gücümüzle sahip çıkmamız gereken bir değer oluğunu, bu değeri bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarına duyulması gereken saygıdan ne kadar uzaklaşıldığının, uzaklaştırılmaya çalışıldığının ve uzaklaşmamız gerekliliğinin farkına varmamıza ışık tutacaktır.

Savaşların hiç bitmediği, katliamların yaşandığı 20. yüzyılda neler olmadı ki? Bir kaç örnekle ülkelerde o dönem yaşananları ve o ülke insanlarının yaşamak zorunda bırakıldıkları günleri şöyle bir hatırlayalım.

1.Dünya savaşı sonuçları;

– Avrupa ve Asya’da devletlerarası dengeler bozulmuş, Osmanlı, Avusturya-Macar imparatorluğu ve Rusya tarihe karıştı.
– Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan kuruldu.
– Yeni siyasi rejimler ortaya çıktı.
– Yenilen devlerin imzaladığı ağır antlaşmalar 2. dünya savaşına ortam hazırladı.
(Almanya: Versay antlaşması, Avusturya: St. Germain antlaşması, Macaristan:Riyanon antlaşması, Bulgaristan: Nöyyi antlaşması, Osmanlı devleti: Sevr antlaşması)
– Sömürgecilik isim değiştirerek “mandacılık” adı altında devam etti.
– Osmanlı devleti parçalanmış Hıristiyan azınlıktan sonra Müslüman Araplarda bağımsızlıklarını ilan etti.
– ABD bu savaştan sonra Avrupa politikasına karışmaya başladı.
– Cemiyet-i akvam (BM) kuruldu.

Çin (1912 – 1949)

1912’de Çin milliyetçileri, hanedanlığı yıktı. 1949’da ise ordu tarafından da desteklenen Mao yönetimindeki komünistler yönetimi ele geçirdi.
Bugün Çin basın-yayın organlarını en çok sansürleyen ülkeler sıralamasında başı çekiyor. Yabancı haber kaynakları ülkeye kısıtlı oranda veriliyor, internet tamamen devlet denetimi altında. Facebook ve Twitter tüm ülkede yasak. Bu sansürler, tek parti rejiminin ve ordunun ortaya koyduğu bazı insanlık dışı tutumların da dünyaya yansımasını, hak ettiği tepkiyi çekmesini engelliyor. Uygur Türkleri’nin maruz kaldığı şiddet gibi…

Almanya (1914-1933 – 1949 – 1990)

1.Dünya Savaşı’ndan büyük kayıplarla ayrılan Almanya kendini henüz toparlayamamıştı ki; 27 Şubat 1933’te Alman Parlamentosu’nun kundaklanması ile bir kez daha siyasi bir krizin içine düştü. O dönem yükselen ırkçılık akımı Almanya’yı da sarmaya başlamıştı. Parlamentonun yakılmasının hemen ertesi gün birçok demokratik hak askıya alındı; kısa bir süre sonra da Adolf Hitler tüm yasama ve yürütme yetkilerini elinde topladı; Nazi Almanyası’nın ilk adımları böylelikle atıldı.

Yunanistan (1912 – 1974)

Kurtuluş Savaşı’mızın hemen ardından büyük bir ayaklanmayla devrilen krallık rejimi yerini cumhuriyete bırakmıştı. Cumhuriyetin ilanından yalnızca 11 yıl sonra (1935) Yunanistan Krallığı yeniden yönetimi devraldı.
1843’ten bu yana kısa aralıklarla rejim değiştiren Yunanistan, krallıktan askeri cuntaya geçiş yapmıştı. Her ikisinin de vatandaşları üzerinde kurduğu baskı seviyesi benzer olduğu için, 1974’e kadar vatandaşlar özelinde pek bir şey değiştiğini söyleyemeyiz.

İtalya (1922-1943)

Krallık, hattâ 1922 ile 1943 arası monarşi faşizm.
1917’de Rusya’da yaşanan Ekim Devrimi, birçok Avrupa ülkesi gibi İtalya’yı da etkilemişti. Sosyalist devrim endişesi ile kurulan Ulusal Faşist Parti, 1922’de önce krala darbe girişiminde bulundular; sonra onunla işbirliğine giderek ülkeyi monarşi&faşizm rejimine sürüklediler.
Mussolini önderliğinde yükselen Ulusal Faşist Parti, isminden de rahatlıkla anlaşılacağı gibi Hitler ve İspanyol Franco ile açık işbirliği içerisindeydi. Tüm siyasi partileri kapatan Mussolini, politika olarak Hitler’in yöntemlerini izliyordu. İkinci Dünya Savaşı hem krallığın, hem de kralın göz yumduğu bu faşist yönetimin sonu oldu.

Rusya (1922-1991)

1922’de kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dünya tarihinde çok büyük etkiler yarattı. 1924’te hayatını kaybeden Lenin’in ardından iktidara gelen Stalin, 1937-1938 yılları arasında kurucu parti üyeleri ve askeri liderler dahil binlerce kişinin idamı kadar, 2. Dünya Savaşı’nda Rusya’nın 27 milyon vatandaşını kaybetmesi ile de tarihe ismini kazıdı. ABD ve NATO’ya karşı bir süper güç haline gelen, Çin, Kore ve Küba gibi devrimci hareketleri açıkça destekleyen Sovyetler Birliği’nde çözülme, Stalin’in ölümü ile de başlamadı.
1985 yılında Mihail Gorbaçov’un ekonomi politikasındaki yanlış tercihleri Sovyetler Birliği’ni çözmeye başladı. 17 Mart 1991’de düzenlenen referandum’da halkın %77’si Sovyetler Birliği’nin korunması yönünde oy vermişti, ancak baltık cumhuriyetlerinin birlikten ayrılmasına dayanamayan SSCB devlet başkanı Boris Yeltsin, Ukrayna ve Beyaz Rusya devlet başkanları, aynı yılın 25 Aralık’ında Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te bir araya gelerek Sovyetler Birliği’ni dağıttıklarını bildirdiler. Kremlin’de dalgalanan Kızıl Bayrak indirildi, yerine Rus bayrağı çekildi.

1914-1918 yılları, 1.Dünya Savaşı bitmiş, ülkeler ve insanları darmadağın, perişan halde. 1918 yılında başlayan ve zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı sonrasında, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettiren Ankara hükümeti, TBMM, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde ne ile uğraşıyor, neyin mücadelesini nasıl veriyorlar ve insan olmanın tüm erdemini yurttaşlarına teslim etme çabası ile neler yaşanıyordu…

Kurtuluş Savaşı ulusal bağımsızlık yanında ulus egemenliğini de açık bir biçimde ortaya koyduğu için Padişah daha başından beri milliyetçilerin amansız düşmanı kesilmişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa Padişah’ın ihanetini bildiği halde, henüz zamanı olmadığı için Padişah’ı hedef almadı. Genç subaylık yıllarından beri inandığı ve Erzurum’da Mazhar Müfit’e not ettirdiği “Cumhuriyet” inancını “Ulusal bir sır” olarak sakladı. Kurtuluş Savaşı içinde “Cumhuriyetçi” bir düşünceyi ortaya atmak iç parçalanmaya yol açacağı için bu yola gitmedi. Hatta Sivas Kongresi sırasında “Cumhuriyet” ilan edelim önerilerini ret etmişti. Fakat Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı, Türk Ulusu’nun kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal, Türkiye’nin siyasal yapısını değiştirmenin ilk adımını Saltanat’ın kaldırılmasını sağlamakla attı. Saltanat’ın kaldırılışına en yakın arkadaşları bile karşı çıkmışlardı. Meclis’te tutucu kanat direndiyse de, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kararlı ve sert tutumu sonucu Saltanat’ın kaldırılışı sağlandı. Fakat onun bu sert tutumu endişe doğurdu. Bunun bir başlangıç olduğunu görenler çeşitli yöntemlerle Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı engellemeye çalıştılar.

2 Aralık 1922’de Meclis’e muhalif grup tarafından bir öneri verildi. “İntihab-ı Mebusan Kanunu”nda değişiklik yapılmasını isteyen önergede “Büyük Millet Meclisi’ne üye seçilmek için Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak ve seçim çevresine yeni gelenlerin ise en az beş yıl oturmuş olmaları” gerektiği kanun hükmü haline getirilmek isteniyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı milletvekili seçilmekten yoksun bırakmak isteyen bu önerge üzerine söz alan Mustafa Kemal Paşa, doğum yerinin Türkiye’nin sınırları dışında kaldığını ve bir yerde beş yıl oturmadığını belirttikten sonra, düşmanlara karşı savaştığını , vatanı kurtarmak için hiç bir yerde beş yıl oturamadığını hatırlatıp, ulusun sevgisini kazanmış bir insan olmasına rağmen kendisini yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak isteyen bu kimselerin bu yetkiyi kimden aldıklarını sordu. Önerge ret edildi.

Gazi Mustafa Kemal’in kamuoyu yoklaması yapmak üzere 14 Ocak 1923’de Batı Anadolu’da bir geziye çıkmasını fırsat bilen muhalif grup, O’nun Ankara’dan ayrıldığının ertesi günü “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir broşür yayınladılar. Broşürün önceden hazırlanmış olduğu ve M. Kemal’in Ankara’dan ayrılmasını fırsat bilerek dağıtıldığı anlaşılıyordu. Broşürün ana fikri, İslam kamuoyunun son gelişmelerden (Saltanatın Kaldırılışı) büyük ızdırap içinde bulunduğu, Hilafet’in hükümet demek olduğu ve Hilafet’in hukuk ve görevlerini yok etmenin hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde olmadığı esaslarına dayanıyor, “Halife Meclisin, Meclis Halife’nindir.” sözleriyle bitiriyordu Yürütme yetkisinin Halife’ye verilmesini ve Meclis’in aldığı kararların ve kanunların Halife’yi bağlamayacağı, dolayısıyla Meclis’in çıkardığı Saltanat ve Hilafet ile ilgili yasaların meşru olmadığı görüşü savunuluyordu. Bu bildiri, Gazi Mustafa Kemal’e ve O’nun gerçekleştirmek istediği devrime bir tepki idi.

İzmit’e gelen Gazi Mustafa Kemal, din ve hilafet konusunda yaptığı açıklamada “Türkiye Büyük Millet Meclisi Halife’nin değildir ve olamaz, Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız Ulusundur.” dedi. T.B.M.M.’nin büyük programının tam bağımsızlık, kayıtsız şartsız ulusal egemenlik esaslarına dayandığını, teokratik devlet biçiminin ve buna bağlı bütün toplumsal düzenin ve çıkarların yıkılacağını belirtti. 16 Ocak’ta yaptığı toplantıda, Hilafet’in dinle ilgisi olmadığını, siyasi bir mevki olduğunu, idare-i maslahatçılıkla devrim yapılamayacağını belirtikten sonra “Devrimin kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve ilerleme bir an bile durmayacaktır.” diyerek gericilere gerekli yanıtı verdi. Basınla iyi ilişki kurmak istediği için İzmit’te yaptığı basın toplantısında, “Devrim” yapılacağını açıklarken, Meclis’te birliğin sağlanması için “Müdafaa-i Hukuk Gurubu”nun gerekli olduğunu bunun dışındaki grupların yararlı olmadığını belirtti ve İttihatçılardan ülke yararı için politikaya karışmamalarını istedi.

Bu sırada Annesi Zübeyde Hanım’ın ölüm haberi geldi. İzmir’de annesinin mezarı başında devrimci inancını “Ulusal hakimiyet uğrunda canımı vermek benim için bir vicdan ve namus borcu olsun.” sözleriyle bir kez daha yineledi.

Bu sırada Lozan’ın ilk görüşmeleri kesildiği için İsmet Paşa ile Ankara’ya döndü. Meclis’te gizli oturumlar çok sert geçti. Trabzon mebusu Şükrü Bey’in Topal Osman tarafından öldürülüşü, Gazi Mustafa Kemal’e saldırılara yol açtı. Gazi Mustafa Kemal’i kendilerine büyük engel gören, tutucu, gerici, ittihatçılar, çıkarcı gruplar, O’na karşı muhalefette birleşiyorlardı. Yakın arkadaşlarından Rauf Bey, Karabekir, Refet, Ali Fuat Paşa’lar da yavaş, yavaş yanından ayrılıp, Hilâfetçilere kuvvet veriyorlardı. Saltanatı geri getirmek isteyen gericilerin çalışmaları karşısında arkadaşlarının kendisini yalnız bıraktığını gören Mustafa Kemal 20 Mart 1923’te Konya’da yaptığı bir konuşmada Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtti: “Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımları atanları tepelemektir… Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim.

Örneğin eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine öldürürüm.” Cumhuriyet’e doğru gidiş bu kararlı sözlerle açıkça görülüyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 8 Nisan 1923’de dokuz ilkede görüşlerini toplatarak, programını belirlerken, siyasi biçimlenmeyi de hazırladı.

Savaş zamanının T.B.M.M.’nin görevi son bulmuştu. Bu sebeple Meclis kendini dağıtıp, seçime gitme kararı aldı. Gazi Mustafa Kemal, dağılmadan önce Meclisten 15 Nisan’da, Saltanatı geri getirmeye çalışanları vatan haini kabul eden bir kanun değişikliği ile “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na, ileride gerekirse yine İstiklal Mahkemeleri kurma fırsatını veren bir ek getirdi.”

Yeni kurulacak Meclis’te kuvvetli bir kadro oluşturmayı ve böylece Cumhuriyet’i ilan etmeyi düşünen Mustafa Kemal’in bu çalışmaları yakın arkadaşlarının kendisinden uzaklaşmasını hızlandırdı. Rauf Bey ve arkadaşları, Gazi Mustafa Kemal’in partiler üstü kalmasını, politikaya karışmamasını, önererek, O’nu pasif duruma getirmek istiyorlardı. Rauf Bey’in İsmet Paşa ile aralarının açılması da bu ayrılığın başka bir yönü idi. Lozan’dan dönen İsmet Paşa’yı karşılamak istemeyen Rauf Bey Başbakanlıktan bile istifa etti.

İkinci Meclis, toplandıktan sonra Lozan’ı onayladı. Artık sorun Türkiye’nin rejiminin belirlenmesiydi. Gazi Mustafa Kemal 22 Eylül 1923’de “Neue Treie Presse” adlı bir Viyana gazetesi muhabiriyle yaptığı görüşmede, 23 Nisan 1920’de kurulan sistemin Cumhuriyet olduğunu fakat adının açıklanamadığını belirtip, yapılacak işin yalnızca isim koymak olduğunu söyledi.

Yeni devletin başkentinin neresi olacağı da bir sorundu. Ankara 1920’den beri bu işi yapıyordu. Merkezi ve güvenli durumu ortada idi. Meclis’te uzun tartışmalardan sonra 13 Ekim’de Ankara başkent olarak oy çokluğu ile kabul edildi. Cumhuriyet’in İlanı’na bir adım daha yaklaşılmıştı.

Gazi Mustafa Kemal’e Cumhuriyet’in İlanı’na fırsat veren bir hükümet buhranı oldu. Başbakan Fethi Okyar Bey’e karşı Meclis’te muhalefet oluşması üzerine Gazi Mustafa Kemal, “Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili Fevzi Paşa”nın dışında kabinenin istifasına karar verdi ve 27 Ekim’de uygulandı. Mevcut sisteme göre her bakan Meclis tarafından tek tek seçiliyordu. İstifa eden bakanlar yeniden seçilirlerse, görev kabul etmeyeceklerdi. Bu sırada Rauf Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar İstanbul’da bulunuyorlar ve temasları, Halife’ye yakınlık gösterileri oluyordu. Ankara’da’ ise kabine kurulamıyordu. Bu gelişmeler üzerine “Cumhuriyet İlanı” ile işi kökünden çözmeye karar veren Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim gecesi Çankaya’da İsmet Paşa ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek kararını açıkladı.

Misafirlerin ayrılmasından sonra İsmet Paşa’yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. Ertesi gün saat 10’da Parti grubunda yapılan toplantıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa Genel Başkan olarak Hükümet buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını, bunun çözümünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirttikten sonra değişiklik önergesini okuttu:

Türkiye Devleti’nin Hükümet şekli Cumhuriyettir.
Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği idare şubelerini İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu) vasıtasıyla idare eder.

Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük Millet Meclisi’nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45’de yaptığı toplantıdan sonra 20.30’da “YAŞASIN CUMHURİYET” sesleri arasında Cumhuriyet ilan olundu ve yeni Türk Devleti’nin adı kondu. “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” Hemen arkasından da Türk Ulusu’nun kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi.

Kürsüye gelen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, kendisini Cumhurbaşkanı seçen Meclis’e teşekkür ettikten sonra “Son yıllarda Ulusumuzun fiili olarak gösterdiği kabiliyet ve istidat, kendi hakkında kötü düşüncede bulunanların ne kadar tetkikten uzak görünüşe önem veren insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri, Hükümetin yeni adıyla uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir… Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.” sözleriyle konuşmasını tamamladı. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildiğinde henüz 42 yaşındaydı. Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet Paşa oldu.

19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan yeni ve bağımsız, bir Türk Devleti kurmak savaşı dış ve iç düşmanlara karşı başarıyla sonuçlanarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kurtuluş Savaşı’nın inanç ve başarısı nasıl Atatürk’ün eseri idiyse, Cumhuriyet de yine O’nun eseri idi. İleriki yıllarda bunu şu sözleriyle belirtti. “Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir.”

Dünyanın monarşi (siyasal gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kalıt yoluyla aile bireylerine geçtiği devlet biçimi), oligarşi (siyasal gücün birkaç kişiden oluşan küçük bir grubun elinde bulunduğu yönetim biçimi), kominizim gibi insanlığa yakışmayan devlet yönetim biçimleriyle yönetildiği bir dönemde hak ettiği Cumhuriyet’ine çok zor şartlar altında ve her türlü hainliğe rağmen kavuşan Türk Milleti, elbette sahip olduğunun değerini bilecek, onu koruyup, yüceltecek erdemi de sonsuza kadar gösterecektir.

Daha nice 95’inci yıllara, Cumhuriyet Bayramı’mız Kutlu Olsun!

Yanıtla

Your email address will not be published.