Değerli arkadaşlar, güzel yurttaşlar, Sevgili Türkiye’miz 2. Dünya Savaşı sonrasından bu yana, arada bir oluşturulan koalisyon hükümetleri dışında, sağ iktidarların yönetiminde bugünlere geldi.
Bu süreçte, Kemalist Cumhuriyetin halkçı, devrimci, laik, milliyetçi, niteliklerinden gittikçe uzaklaştırıldı.
Demokrat Parti iktidarıyla önce Amerika, kısa süre sonra da NATO güdümüne girerek, bağımsızlık, ulusal egemenlik gibi temel kuruluş ilkelerini yitirdi. Akıl ve bilim yolgöstericileğinde aydınlanma yolundan saptırıldı. “Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma” hedefinden alıkonuldu.
Giderek, emperyalizmin işbirlikçisi sağ iktidarların yeniden canlandırıp koruyup kolladığı, beslediği tarikat ve cemaatler siyasal yaşamı etkilemeye başladılar.
Açılan sözde Kur’an kursları, imam-hatiplerle emperyalist planların milis gücü olarak yetiştirilip örgütlenen “siyasal İslamcılar” kendi partilerini kuracak güce taşındılar.
Bu süreci durdurmak için çırpınan emekçi ve devrimci güçler, ABD ve NATO destekli 1971 ve 1980 faşist darbeleriyle ezildi.
AKP, ise kurucularından bazılarının da itiraflarıyla açığa çıktığı gibi, doğrudan Amerika’da tasarlanan ve uygulamaya konulan planlarla kurulmuş bir Büyük Orta Doğu/GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU Projesi(B0P/GOP) Partisi olarak iktidara taşındı.
Böylece, dünya tarihinin emperyalist paylaşım planlarına karşı ilk Ulusal Kurtuluş Savaşıyla direnen ve tam bağımsızlığını kazanarak kurulan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırma süreci başlatıldı.
Bu süreç, sıradan bir girişim değildir. Emperyalizmin küresel paylaşım planlarını bozan, yaklaşık 100 yıldan fazla geciktiren bir Ulusu cezalandırma, dünyanın yarı sömürge ülkelerine de ders verme sürecidir.
AKP bu sürecin taşeronu işlevi görmektedir.
Bu işlevine uygun olarak, öncelikle Cumhuriyetin ekonomik dayanakları olan kamu iktisadi teşekkülleri, çok zengin yeraltı kaynakları, kıyıları, koyları, limanları, otoyolları, eğitim ve sağlığı… özelleştirilmiş, yabancılaştırılmış, yandaşlara peşkeş çekilmiştir.
Kumpaslarla, ordusu, jandarması, polisi, yargısı, üniversitesi, bürokrasisi… teslim alınmış, “diktatör tetikçiliği”ne dönüştürülmüştür.
Bu ağır, aşağılık, ihanet sürecinin sanıldığı gibi, yalnızca hukuksal yollardan ve demokratik yöntemlerle durdurulabileceği düşünülürse, büyük yanılgıya düşülmüş olur.
Bu gerçekleri gözönünde tutarak, yeniden insan haklarına dayalı, hak, eşitlik ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, gelir adaleti ve adil paylaşımın sağlandığı, düşünce ve inanç özgürlüğünün tam korunduğu bir Türkiye isteniyorsa, etnik, dinsel, mezhepsel, siyasal ayrımcılıkları aşan bir ulusal uzlaşı sağlanmalı, bunun ortak programı ortaya konmalı, iç çatışma tuzaklarına karşı tüm kışkırtmaları önleyecek bir sağduyu iklimi oluşturulmalıdır.
Tüm bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ve üniter ulus devlet yapısı”na en küçük bir zedelenme getirmeden başarılmalıdır.
Cumhuriyetin temel dayanakları ve kaynakları olan, halkçı ekonomi politikaların temeli kamu iktisadi teşekkülleri yeniden yaşama geçirilmeli, eğitim ve sağlık kamu eliyle yürütülmeli, yer altı kaynakları, kıyıları, koyları, limanları, otoyolları, demiryolları, köprüleri, enerji üretim ve dağım olanakları kamulaştırılmalıdır.
Yandaş soygun aracı olan “garantiler”e son verilmelidir.
Serbes soygun düzenine dönüşerek halkı sömürücülere peşkeş çeken serbest piyasa düzenine derhal son verilmelidir.
Kamu öncülüğünde, planlı ulusal ekonomi sürecine yeniden geçilmelidir.
Kısacası, bugünün koşulları ortaya koymuştur ki, artık Türkiye’nin, kuruluş değerlerine dönüş, yeniden çağdaş uygarlığa yöneliş için demokrasiye dönmek ve “soldan gitmek” zorunluluğu vardır.
Bugüne dek işbirlikçi, dinci sağ siyasal çevreler ve iktidarlara bel bağlayan halk kesimlerimizin de bu yaşananlardan ders çıkararak, artık kendilerini, inançlarını, gözden geçirmelerine gereksinim vardır.
27 Mart 2025
SOLDAN YÜRÜMELİ ARTIK…!
Leave a Comment