Canlıların yaşayabilmesi için havaya, suya, beslenmeye ihtiyaç vardır. Bunların dışında bir de sevgiye ihtiyaçları vardır. Yaşam zincirine baktığımızda canlılar çoğalabilmek için evlenir, çitleşirler. Aslında yaşam bir uğraş, mücadelenin adıdır. Aç olan bütün canlılar saldırgan olurlar. “ Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.”
Buğday otsu, tek yıllık bitkidir. Başaklarındaki tohumlar alınarak değirmende öğütülüp un yapılır. Unu su ile karıştırarak fırında belirli bir sıcaklıkta pişirilir. Sofralarımıza ekmek(nimet) olarak gelir. İnsanları binlerce yıl besleyen ekmeği en yüksek makamda değer görür. “ekmek Dört kitaptan üstündür.”
Biraz eskilere göz attığımızda ekmek hikâyesi bugünkü yaşama ne kadarda zor gelinmiştir. Tarlada öküz, manda, atlarlar koşularak pullukla (cüt) sürülürdü. Tohum önlüğe konulan tohumlar avuç, avuç serpilir. Üstüne tapan çekilir ki kuşlar tohumları yemesin. Sonbahar da İlkbaharın ilk ayında ekilen buğday yeşilbaşını uzatır, büyür, gelişir, selvi boylu olur. Güneş olanca sıcaklığını vererek ekin sapları sararıp, soldurur. Sevgilisi elinden alınmış gibi kup kuru güneşin rengine benzer bir renk, altın sarısı olur. Çiftçi eline aldığı tırpanla, orakla biçerken arkadan da destesini yapan kadınlar türkülerini duyarsınız. Birkaç gün sonra belirlenen yerlere yığınlar yığılır. Köylüler, çiftçiler için bu günler ( kap, kaç aylarıdır.) burnu kanarcasına çalışırlar. Nefeslerini zor alırlar. Arabalarla, kağnı ve kızaklarla saplar geniş bir çayırlığa, harmana getirilir. Çok önceleri uzun değnek, sopalarla, sonraki yıllarda döven( kalın kalaslara ince keskin taşlarla yapılı alet) patoz( sacdan dikdörtgen biçiminde, içinde çapraz demirler bir kasnakla, traktörün mil kısmına bağlanarak çalıştırılır). Ezilen buğday sapları, yaba ve rüzgâr gücüyle veya tahtadan yapılmış, içinde pervanesi olan, kolla çalıştırılan savrum makinesi ile samanla tane birbirinden ayrılır. Çuvallanan buğdaylar tohumluk, bulgurluk, unluk, saltık olarak ayrılır.
Anadolu’da değirmenlerin çoğunluğu su değirmenleriyle öğütülürdü. Nadirde olsa yel değirmenleri vardı. Günümüzde modern elektrikle çalışan değirmenleri görmekteyiz. Bulgur nasıl mı yapılır? Önce buğday yıkanır, büyük kazanlarda kaynatılır. Yüksekçe bir yere kilimler serilir. Üzerine kaynamış buğday serilir. Bir, iki gün güneşin altında kurur. Kaynatılan buğdaya (hedik)denilir. Kaynamış buğdayın üzerine toz şeker veya ezilmiş ceviz serpilip yenilir. Köylerde ki sohu da tokmaklarla dövülür. Saten denilen büyük taşlarla hayvan gücüyle kaynatılmış, kurutulmuş buğday dövülür. Buğdayın yüzündeki kabuk alınır. Köyde bulgur damı denilen eve gençler, kızlı erkekli çağrılır. El taşında dövülmüş buğday bulgur, incesi de düğ olarak ayrılır. Bu işlem sabahlara, gün ışıyana kadar sürer. Türküler, maniler, oyunlar ve gönül sevdalılar burada buluşurlardı. Eğlencenin, birliğin, samimiyetin buluştuğu işin imece ile yapıldığı yerin adıydı bulgur damı. İş bitimi sonunda bulgurdan tavuk pilavı yapılır. Yanına ayran, turşu konulur. Birlikte yemenin lezzeti başkadır. Çünkü en iyi katlısı birlikte üretip huzur ve mutlulukla diz, dize yemek yemekten geçer. Öğütülen un tahtadan yapılmış un ambarına konulur. Un buradan ihtiyaç halinde alınır kullanılır.
Ekmeğin geçmişi Sekiz Bin yıl öncesine dayanmaktadır. Buğdayı taşlar arasında ezilip, su ile karıştırılıp, ateşle pişirilir, ekmek olarak yenilirdi. Mısırlılar ekmek yapmaktan keyif alırlardı. Sonraki yıllarda ekmek mısırlıların yaşamlarının simgelerinden biri haline geldi. Mısırlılar için ekmek o kadar önemliydi ki ölenlerin mezarına ekmek koyarak gömerlerdi. Mısırda ekmek başlıca gıdaları olduğu gibi maaşlarının karşılığını da ekmekle öderlerdi. Biracılıkta elde ettikleri mayayı ekmek hamurlarını fermente edip kullanırlardı. Yaygın inanışa göre Mısırlı bir fırıncı unutkanlığından hamurun bir parçasını pişirmeyi unutmuş. Bu kalan hamuru ikinci günkü hamura ilave etmiş. Böylelikle ekmeklerin daha iyi kabardığını görmüş. Böylelikle hamur mayasını bulmuşlar. Yunanistan, Roma İmparatorluğunda ekmek halkın başlıca gıda maddesi haline gelmiştir. Ekmeğin içine yumurta, yağ katılarak lüks yiyecekler arasına girmiştir. 1859’da ünlü Fransız bilim adamı Louis Pasteur fermantasyona yol açan organizmanın maya olduğunu ortaya çıkardı. 1870’lerden sonra yaş maya üretimine başlandı.
Ekmek üretimi büyük zahmetler ve emek karşılığı üretilmektedir. Bir lokması dahi çöpe atılmamalı, israf edilmemelidir. Şu söz her zaman dikkatimi çekmiştir; ” Ekmek dört kitaptan üstündür.” Aç insanın ibadet yapması oldukça zordur. Zorluklarla sabır edersin direnirsin başarırsın. Ama aç insanın mantıkla düşünüp karar vermesi oldukça zordur.
Turhal’da ilkokul arkadaşım Osman Yılmaz aklıma geldi. Evine ziyaretine gittim. İlkokuldan bu yana Otuz yıl geçmiş birbirimizi görmemiştik. Hal hatır sorduk dertleştik. Mesleğini sordum fırıncılık, kokoreççilik gibi meslek dallarında çalıştığını söyledi. Ekmekten söz acılınca Osman’ın Kanayan yarasını açmış olduk. “ –Bak Süleyman kardeş ben yıllardır fırında ekmek ustası olarak çalıştım. Türkiye’nin birçok ilinde hatırı sayılır ekmek ustasıydım. Ayrıca Arabistan, Libya, Tunus, Suriye de fırın ustabaşı olarak çalıştım. Müslüman ülkelerde çöpe ekmek atan insanlar gördüm. Dinimiz ekmeği ve yiyecekleri israf etmemeyi emir etmez mi?
Rusya da Ufa’nın İstikamsı şehrinde fırında çalıştım. Kazakistan Petra Pavlavsk’de ekmek fırınında ustalık yaptım. Moldova’da 1994 de simitçi fırını açtım. Bu ülkelerde ekmeğe saygıyı gördüm. Yiyebilecekleri kadar ekmek alırlar. Bitince tekrar ekmek alırlar. Çöpte bir lokma ekmek parçasına rastlamanız mümkün değildir. Bu ülkelerde meyve ve sebze ihtiyaçlarını günlük alırlar. Taze meyve ve sebze tüketirler, saklama, depolama alışkanlıkları yoktur. İsraf denen olay oldukça azdır. Hatta yok desek yeridir. Rusların özel günlerde giysileri ( düğün-cenaze) bir takım elbiseleri vardır. Birde günlük giydikleri elbise takımı, eşortman takımları vardır. Rusları kıtlık, zor günlerde yiyecekleri etkilemez. Başka ülkelerde olsa ülkenin en ufak zor günlerinde marketlere giderek evlerine stok yaparlar. Rusya’nın bayanları kozmetik ürünleri olmayınca etkilenirler. Erkekleri de votkasız yapamazlar. Bu ülkede trafik kurallarına harfiyen uyarlar. Gece On İki dede olsa, kimse olmasa da kırmızı ışıkta dururlar. Hız sınırını asla aşmazlar. Müslüman olan ülkelerle, Müslüman olmayan Ülkeler arasında bunları gördüm Süleyman kardeş…”
Ekmek israfına karşı bilgili ve duyarlı olmanın en güzel yolu eğitim, öğretimden geçer. Yiyebileceğimiz kadar ekmek almalı, artanı kurutup daha sonra çorbaya doğrayıp yemeli. Dünyada aç insanları düşünerek, ekmek dâhil olmak üzere tüm yiyecek, içecek, giyeceklerimizi tasarruflu, düzenli kullanmalıyız?
Gardıroplarımız elbiselerle dolup taşıyorsa, çeşit, çeşit ayakkabımız varsa, yiyeceklerimiz dolapta çürütüyorsak ve sonunda çöpe atıyorsanız inancınızı ve insanlığınızı gözden geçirmelisiniz?
“Komşusu açken, tok olanlar bizden değildir.” Hz. Muhammet Mustafa.