Lanet Olsun!

Okuma Süresi: 3 dk.

İnsanlığı yıldıran korkunç hastalıklardan biridir kanser. Öyle ki bir başlamaya görsün, temizlemeden çıkıp gitmez. Takıldığını peşinden sürükler. İnsanoğlu da onun yakasına yapışmış, ondan kurtulmanın yollarını arara durur. Ne kadar başarılı olunduğunu çevremizde o illete yakalananlara bakınca görebilmekteyiz.

Bu illet başımıza durup dururken gelmedi. Onu tetikleyen koşulları yaratan da insanoğludur. Bir “ÇERNOBİL FACİASI”  tüm dünyayı, özellikle de ülkemizi felaketin ortasına oturttu. Ağırlıklı olarak Karadeniz bölgesinde yaşayanlar bu illetin pençesinde. Kurtulmak için de çırpınıp duruyor.

Balık hafızalı bir millet olduğumuz için geçmişi çok çabuk unutabiliyoruz. Ama ben kısa bir hatırlatma yapayım. Dönemin bakanı halka Karadeniz bölgesinin çaylarından içirebilmek için “ZARARSIZDIR. BAKIN BEN DE ÇAY İÇİYORUM” diyerek Hindistan’dan getirilen çayı ekran başında içerek vatandaşın radyasyonlu çay içmesine sebep oldu.

İhraç edilen fındıklarımız dış pazarlardan radyasyonlu olduğu, insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle geri gönderildi. O zamanki iktidar bunları da Türkiye’de okullara dağıtarak gelecek neslin radyasyonlu fındık ile beslenmesini sağladı. Kısaca memleketimizden yönetici manzaraları bu kadarla da kalmadı. Buna benzer nice örnekler verilebilir. Kanser bir vücutta yer almaya başladıysa onu teslim almadan çıkıp gitmeye niyeti olmaz. Henüz kanseri yok edebilecek çareler bulunmasa da bilim adamları araştırmalarını yoğun biçimde sürdürmektedir. Dilerim kısa zamanda çare bulunur da insanlık bu önemli beladan kurtulur.

Yukarıda anlattığım gibi kanser kendi başına yakamıza yapışmıyor. Onu ya biz davet ediyoruz ya da bizi yönetenlerin sağlık kurallarına aykırı uygulamaları davet ediyor. Sonucunu da hep birlikte görüyor, yaşıyor, katlanıyoruz.

-Reklam-

Kanser çeşitleri vardır. Bir kere girdi mi yakamızı salmayan, ondan kurtulabilmek için gece gündüz bin bir emeklerle karşı koymaya çalıştığımız kanser sadece vücudumuzu sarmakla kalmaz. Öyle bir illettir ki ulaştığı, bulaştığı bütün organları da felç eder.  Yok edinceye kadara da kemirmeye devam eder. Nasıl mı? …

Bir yönetici düşünün aklında fikrinde normal işleyen, düzgün işleyen kuralları, yasaları, yönetmelikleri kafasına taktığı geçmişte yaşanılan ve sonunda felaketi bize yaşatan düşünceleri uygulamaya kalkar. Ülkenin kurucu değerlerine savaş açar, yasaları tanımaz. İşine geldiği gibi yasaların değiştirilmesini ister. Memleketin düzenli çalışan kurumlarının ayarlarıyla oynamak ta kanserin bir başka çeşidi değil midir? Devleti ayakta tutan organların sarsılmasını, sağlıklı işlemesini engellemek de bir başka çeşit kanser sayılmaz mı? Bu tür kanserlerin tedavisi ilaçla olmaz. Dinimizi kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayanlar da kanserin yayılmasına çalışanlar arasında sayılmaz mı?

Bir de memleketi sadece kendilerinin düşündüğünü düşünenler vardır ki; ne zaman ve nasıl konuşulacağını kimlerin karar verdiğini anlayabilmek zordur. Bunu görevde iken yapanlar olduğu gibi emekli oldukları zaman da yapanları da görüyoruz. Henüz bazılarının anlayamadıkları bir şey var. Bu millete zorla bir şey kabul ettirilemez. Bu millet öyle her önüne konulana balıklama atlayacak kadar aceleci değildir. Her şeyin vaktini, saatini bekler. Kararını verdi mi de kimse yolundan döndüremez. Bunu rütbeli, rütbesiz, çalışan, emekli olan, hatta konuşursam yer yerinden oynar diyenler de anlamalıdır. Başka yolu yok. Başka izahı da yoktur.

Ayrıca herkes aklını başına toplasın. Bu ülkede artık darbelere yer yok. Derken sadece askerden gelecek darbeler akla gelmesin. Bu ülkede sivil darbelere de yer yok. Artık demokrasimiz gelişti, serpildi, büyüdü. Bundan böyle ”DAR BEEE” lere yer yok. GENİŞ BEEE lere yer vardır.

İsteyen istediği kadar, avazı çıktığı kadar GENİŞ BEEE diyebilir. Son sözü de halk söyler. Hadi BEEE…

-Reklam-

Yanıtla

Your email address will not be published.

Follow Us