Tarih sahnesinde bazı günler vardır ki, yalnızca bir dönemin değil, bir milletin kaderini değiştirir. 1 Kasım 1922 işte o günlerden biridir. Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan en büyük miraslardan biri olan saltanat anlayışının kesin olarak sona erdirildiği ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği dönemin simgesidir.
Cumhuriyet’in ilanından bir yıl önce, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştı. Ancak 1 Kasım 1928’de harf devrimi ile birlikte devletin kimliği, dili, eğitim anlayışı ve yönetim biçimi yeniden tanımlandı. Bu tarih, yalnızca bir alfabe değişikliği değil, zihinsel bir devrim anlamına geliyordu. Saltanatın temsil ettiği otoriter ve teokratik düzen yerini, bireyin, aklın ve bilimin öncülüğüne bıraktı.
Saltanatın kaldırılması, Türk toplumunun geleceğini derinden etkiledi. Artık devletin sahibi “hanedan” değil, “millet”ti. Halk, yönetimde söz sahibi olmanın kapısını araladı. Kadınlar eğitimde ve toplumsal yaşamda yer almaya başladı. Okuma yazma oranı, harf devrimiyle birlikte hızla yükseldi. Bu dönüşüm, yalnızca siyasal değil, kültürel bir bağımsızlık ilanıydı.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, 1 Kasım 1928’in bir “kopuş” değil, bir yeniden doğuş olduğunu görüyoruz. Türkiye, geçmişine sırt çevirmeden, ama geleceğe de boyun eğmeden yeni bir yol çizdi. Bu yol, özgür düşüncenin, laikliğin ve eşit yurttaşlığın yolu oldu.
Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte “kul” olmanın yerini “yurttaş” olmak aldı. İşte bu fark, bugünün demokratik Türkiye’sinin temel taşını oluşturdu.
Bir milletin geleceği, geçmişten aldığı derslerle şekillenir. 1 Kasım 1922 bize bir gerçeği hatırlatıyor: Egemenlik, hiçbir zaman bir kişinin ya da hanedanın değil; halkın, aklın ve özgürlüğün olmalıdır.