Fotoğraf sanatçısı Öykü Öge ile kendisi, çalışmaları ve analog fotoğrafçılık hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
– Merhaba Öykü, bize biraz kendinizden bahseder misin?
Tabii ki. 1994te Samsunda doğdum. İlkokul ve ortaokulu İstiklal Okulunda, liseyi de eski adıyla Milli Piyango yeni adıyla Onur Ateş Anadolu Lisesinde okudum. Şu an Marmara Üniversitesinde Mutsuz İngilizce İktisat okuyorum. 10 yıldır fotoğraf çekiyorum, yaklaşık 7 yıldır analog fotoğrafla uğraşıyorum, 23 yıldır gerçeklere değil hayallere inanıyorum.

– Fotoğraf çekmeye nasıl ve ne zaman başladın?
Kompakt bir dijital makineyle başlamıştım fotoğraf çekmeye ama ben zihnimi somutlamaya çalışmak istediğimden sürekli makinenin önüne mercekler, folyolar ve kağıtlar koyarak biraz daha hayalimsi görüntüler elde etmeye çalıştım. Ben ilkokuldayken Ceylan Ertem’in Anima diye bir müzik grubu vardı. İlkokuldan beri onu takip ediyordum. Ben lisedeyken o da Holga makinesiyle düş evreni oluşturuyordu. Onunla iletişime geçtim dedim bu nasıl oluyor o da bana her şeyi adım adım anlattı analogla ilgili. Lomographyden haberdar oldum. İlk önce ablamla yaşıt aile emektarı arka kapağı ışık alan kompakt bir analog makineyle fotoğraf çekmeye başladım sonra harçlıklıklarımı biriktirerek antikacıları dolaşmaya başladım ve ilk makinem dediğim Smena Symbolu aldım. Sonra da sürekli değişik makineler alarak deneme sürecine girdim.




“Zihnimde kurduğum, gerçekte de görmek istediğim renkleri filmde görüyorum.”
– Her şeyin dijitalleştiği günümüzde, neden analog fotoğraf?
Ruhu olduğuna inanıyorum. Dijitalle aram hiç iyi olmadı maalesef, bu yüzden yaşıtlarıma göre kendimi geri kafalı olarak görüyorum. Dijitale güvenemiyorum. Analog makinede ışık, perde açıldığında filme yansır ve her şey sizin elinizdedir. Filmi banyo ettirdiğimde ışığın somut halini elime almak, güneşe tutup bakmak bana huzur veriyor. Zihnimde kurduğum, gerçekte de görmek istediğim renkleri filmde görüyorum. Bazen filmler bittikten sonra banyoya vermem o kadar zaman alıyor ki neler çektiğimi unutuyorum. Zaman sonra hatırlamayı seviyorum. Sınırsız fotoğraf çekebilme özgürlüğünüz olmuyor böylelikle görüntüler kirliliği oluşturmamaya çalışmayı seviyorum. Film banyodan çıkana kadar gösterilen sabrı seviyorum.
– Dijital bir çağda Analog fotoğrafı nerede görüyorsun, sence geleceği nasıl olacak?
Popüleritesi belirsiz diye düşünüyorum. Şu an aktif olarak film ve makine üreten birkaç firma var, hepsi de alanlarında tekel. Yeni üretim oluşumları var ama gelecekte ya yok olacaklar ya da tekelleşmeyi kaldıracaklar. Tahmin yürütmek çok zor, zaman gösterecek.

“Sanki gün İstanbul’da 16, Samsun’da 30 saat”
– Samsun çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Ben üniversiteye gidene kadar Samsun çok küçüktü, ya da bana öyle geliyordu. Herkesin herkesi tanıdığı, hep aynı mekanların olduğu bir yerdi. Yapacak pek bir şey yoktu. O yüzden sürekli okuyarak, araştırarak ve dinleyerek geçerdi zamanım. O konuda da ablam sağ olsun diyeyim, ben ortaokuldayken o İstanbulda üniversitedeydi, her geldiğinde kitaplar, dergiler ve fanzinlerle gelirdi. İnsanın kendini hep küçük bir şehirde daha fazla geliştirebileceğine inancım da o zamanlardan kalma. Aynı zamanda lisemin güzelce bir bahçesi vardı. Ders aralarında arkadaşlarımla bahçeye iner ve onların fotoğraflarını çekerdim. Samsunda zaman daha yavaş akıyormuş gibi geliyor bana; eğer üşenmezsem bir güne daha çok şey sığdırabiliyorum, daha üretken olabiliyorum. Burda İstanbuldaki kaos yok ama yavaş yavaş oluşuyor. Sanki gün İstanbulda 16, Samsunda 30 saat.


– Fotoğraf çekerken veya çekmeyi planlarken nelerden ilham alırsın, seni neler fotoğraf çekmeye teşvik eder?
İlhamım hislerimden ve arkadaşlarımdan geliyor. Beni en çok teşvik eden de galiba öldükten sonra insanların zihinlerinde bir fotoğraf karesi olarak var olma hissi bir de İstanbul’da filmlerimi banyoya verdikten sonra karşısındaki çaycıda yiyeceğimiz birbuçuk kaşarlı menemen.

“Sen sanatçı değil iktisatçı olacaksın…”
– Geçmişte yer aldığın projelerden bahseder misin?
Lisedeyken okulda karma sergiler organize etmeye başlamıştım, sonra her yıl yapılmaya başlanmış.
9.UFAT fotoğraf günlerinde ben de katılımcıydım. Hatırladığım zamanlarda ellerimi yüzümü kapatıp yerin dibine girmek istiyorum. Çok güzel bir etkinlikti, bir sürü çok güzel işleri olan fotoğrafçılarla aynı sergideydim. Bana teklif geldiğinde nasıl heyecanlandığımı anlatamam, maili aldıktan sonra bi 10 dakika dans etmiştim. En sevdiğim fotoğraflarımı aldım onu konuya uydurdum fotoğrafçıya gittim bastırdım onları dedim oldu heralde.
Neyse gittik Uludağ Üniversitesine herkesin işlerini yerleştiriyoruz allahım ne güzel fotoğraflar var, hepsi bir konu bütünlüğünde bir de kendiminkilere bakıyorum içim kan ağlıyor. Hepsi tek tek güzeller bence ama bir arada gerçekten bilemiyorum. Bir sürü de katılımcı gelmişti, Türkiye’de fotoğraf denince akla ilk gelen isimlerden. Neyse sonra dediler isteyen olursa işlerini anlatsın, yorumlayalım. Begüm diye bir arkadaşım var, bana bambaşka bir dünyanın kapılarını açmıştır kendisi geldi hadi o zaman Öykü’nün fotoğraflarına bakalım. O an ki yaşadıklarım imdb 8.7 gerilim filmi. Orası bir kırılma noktam olmuştu benim için, tecrübe edindim, nasıl oluyormuş bu işler öğrendim. Bir de bana sanatçı demişlerdi, babamı aradım çığlık ata ata baba bana sanatçı dediler, fotoğraflarımı beğendiler dedim. O da bana sen sanatçı değil iktisatçı olacaksın demişti. Hayatımın özeti resmen.
Lomography Türkiyenin yılda bir iki kez karma sergileri oluyor Galata’da, onlarda yer aldım.

2016’da Kazakistan’da BLVD Magazine Mart sayısında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için dünyanın her tarafından fotoğrafçılara bir soru sordu, İlham aldığınız kadın kimdir? Benim için Dilan Bayramdı. Hem Üniversitedeki hazırlık hocam, hem de arkadaşım artık. Çok güçlü bir kadın, zihni ve hayalleriyle idolüm oldu. Biz de onunla bir portre çekimi yaptık, çok eğlenceli bir çekimdi, iki defa çekim yaptığımız mekandan kovulup koşa koşa geri döndük.
Ve çok istediğim hayatımın yolculuğu olabilecek bir proje, Ortadoğu’da bitmeyen kavgalar yüzünden maalesef gerçekleşemedi.
– Gelecek planların neler?
Gelecekte benden beklenenler ve benim beklediklerim tamamiyle farklı şeyler o yüzden geleceğe dair hiçbir planım yok, zaten her şey o kadar hızlı değişiyor ki bu topraklarda planlar yalan oluyor. Hayallerim var sadece, kutsal kitabım dediğim bir kitap var adını vermek istemediğim. Orda bir kavram vardı, varlığını yokluğa kavuşturmak gibi. Zihnindeki her görüntüyü, her sesi, her düşünceyi somut hale getirerek yokluğa kavuşmak. Eğer ki olursa gelecek, ben de yaratarak yok olmuş olacağım.
– Nazım Hikmet’in “Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?” diye sorduğu Abidin Dino, mutluluğun resmini çizmememiş, şiirini yazmıştı. Peki sana sorsam, senin için çektiğin fotoğraflardan umudun fotoğrafı hangisi olurdu?

Umut, gezi parkındaki bir barikattı. Gerçekten de arkasında çok güzel bir dünya vardı. İlginç bir şekilde baskı ve zulüm arttıkça insanın geleceğe dair umutları da artıyor, yalnız değilim biliyorum.
– Bu güzel sohbet için SamsunUmut.com olarak teşekkür ederiz, çalışmalarında başarılar dileriz. Işığın bol olsun.
Öykü Öge’nin fotoğraflarından seçmeler:








Öykü Öge Sosyal Medya Hesapları:
https://www.flickr.com/photos/oykuoge/
https://www.instagram.com/oyku.oge/
https://www.behance.net/oykuoge