Atatürk’ü Anlamak

Okuma Süresi: 4 dk.

Geçenlerde 19 Mayıs 1919’un 100. Yılında “Atatürk’ü Anlamak” adlı bir konferans verdim.  Böyle bir başlık seçmemin sebebi ülkede halen daha Atatürk devrimlerinin kendilerini mağdur ettiğini iddia eden kesimlerin bulunuyor olmasıydı.

Mevzuyu Atatürk bu devrimleri hangi koşullarda ne amaçlayarak yaptığı ve şayet yapmamış olsaydı bu kesimler bugünkü durumlarından daha avantajlı bir durumda mı olacaktı noktasından ele alarak değerlendirdim.

Öncelikle Atatürk’ün devrimlerinden ötürü kendini mağdur ilan eden kesimleri belirtecek olursak PKK kulvarını seçmiş Kürtler, inançlarını bir ideoloji misyonuna dönüştürerek yaşamaya geçmiş Aleviler ve şeriat düşkünü hem Türk hem Kürt Müslümanlar diyebiliriz. Elbette daha başka fraksiyonlar da var ancak en yoğun gündem olanlar bunlardır.

Bir kere Atatürk mevcut sisteme veya dine karşı ne Martin Luther ne David Bacon ne J.J. Rousseau gibi felsefik temelli itirazı olan bir insandır. Atatürk’ün gözettiği şey Avrupa’nın bu insanlar tarafından başlatılan tartışmaları engelleyemeyerek vardığı son noktadır ve bu son noktanın, onu, bizim karşımızda artık yenilmez bir güç haline dönüştürmüş olmasıdır.

Avrupa’da değişen ekonomik yapı, yani topraktan bağımsız ticaretle elde edilen sermaye ve piyasa ekonomisinin hareketliliğinde değişen sosyal yapı, değişen ihtiyaçlar neticesinde bilime verilen ağırlık tüm bunların şekil aldırdığı yeni siyaset, artık dünyanın geri kalanının engelleyebileceği bir şey olmaktan çıkmıştı.

-Reklam-

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki yeni siyasi dönüşümün dinamiği, etnik köken yüceltilmesi değil mutlakiyetçi yönetimlere karşısında söz sahibi vatandaş olmaktır. Milliyetçilik, demokrasi temelinden Avrupalı siyasetçiler tarafından zaafları kullanılarak ırkçılığa devşirilmiştir sadece. En büyük zaafı da şudur; istişare ile oluşturulacak kamuoyu ortak bir dili konuşmayı teknik açıdan zorunlu kılıyordu ve insanlığın geçmişi kan bağı temelli bir toplumsallaşma sürecine dayandığı için ortak dili konuşanlar genellikle ortak kan bağı taşıyanlar olmaktaydı. İşte bu durum, siyasetçiler(eski yeni fark etmiyor) tarafından çok bilinçli olmayan kitlelerdeki feodal algıların devamlılığından da yararlanılarak toplumu kendi amaçları doğrultusunda hızlıca örgütlemede kullanılmıştır. Böylece etnik milliyetçilik 19. ve 20. Yüzyıllarda dünya siyasetinin realitesine dönüşmüştür.

Atatürk’ün devrimlerinden rahatsız olanların hiçbiri dünyanın bu gidişatından haberdar değildir. Bunu Atatürk’ün şahsını direkt din olmadı mezhep düşmanlığı veya Kürt düşmanlığı vs. ile suçlamalarından anlıyorsunuz. Mesela Aleviler, kendi inançlarının demokrasi ile ve hatta eski Türk kültürü ile daha uyumlu olmasına rağmen dışlandıklarını söylerler oysa Atatürk tercihini yaparken birilerini dışlamayı düşünmemiştir toplumun çoğunluğunun inandığı sunni İslami reform (çok eşlilik, eşdeğer olmayan miras payı, çocuklara nikah kıyımı vs. gibi)  etmeyi ülkeye daha hızlı ve yaygın bir entegrasyon sağlayacağı için tercih etmiştir. Şeriatçılar bu durumdan hiç memnun değildir, onlar da kendilerini öncelenmiş değil aksine dışlanmış görür. Aleviler yine de Sünnilerin ayrıcalıklı tutulduğunda ısrar edip bu duruma sağır kalmayı tercih etmiştir.

Diğer meseleye gelince Atatürk’ün karar alırken gözettiği kriterlere dikkat edildiğine görülen şudur ki şayet o gün toplumun %80’ni Kürtçe konuşuyor olsaydı bugün hepimiz Kürtçe konuşuyor olacaktık. Atatürk’ün öz gayretinin bir fanatik milliyetçilik icat etmekten çok bir devleti kurtarma çabası içinde olduğu çok iyi bilindiği için Kurt pasalar Atatürk’e cephe almak yerine onunla birlikte hareket etmekten imtina etmemiştir ve aşikâr olan bir şey vardır ki Kürtler bir devlet kuracak koşullarda değildir o dönemde bu tespit PKK’nın kendine rehber alarak örgütlendiği Karl Marks ve Engels in kriterleri tarafından da böyledir. PKK devlet olabilmek için gerekli gördüğü etnik milliyetçilik inşasını oluşturabilmek için Atatürk’ü azılı bir düşman olarak işlemeyi seçmiştir. Entegrasyon sürecinde hatalar yapılmamış değildir elbette ama bunlar PKK tarafından neredeyse bir veli nimet görülerek ele alınmıştır. İş öyle bir boyuttadır ki Batı milliyetçiliğine karşı üretilmiş suni politikalar sanki büyük düşman kabul edilmiş Kürtlere karşı verilen bir mücadelenin parçası gibi işlenmiştir. Mesela Batı milliyetçiliği hedef alınarak sarf edilmiş, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü Kürtleri aşağılamak için söylenmiş gibi işlemişlerdir. Kimse düşünmüyor ki eskisi imparatorluk olan bir devletin gücünü korumak için canla basla içindeki etnik farklılıklara karşı milliyetçilik savunusu yapmasının neresi akıllılık olabilir. Ancak tarihte hiç yer almamış bir geçmişi olanlar için büyük askla etnik milliyetçilik savunusu yapmak mantıklı bir iş olabilir.

Şimdi gelelim Atatürk devrimleri yapmasaydı o devrimlerden mağdurluklarını ilan eden kesimler şimdi daha avantajlı bir durumda mı olacaktı mevzusuna. Çok uzatmayacağım Batı kendi içindeki dindar kesimleri bile sömürür durumdadır geçiyorum dünyanın diğer dindar kesimlerine neler yaptığını ve Alevilerin veya Kürtlerin içinden dünya kriterlerinde düşünen yazan çizen birileri çıkmışsa bunun yegane sebebi o hiç beğenmedikleri Atatürk devrimleri ile sarsılmış olan ortaçağ uykuları neticesindendir. Atatürk de pekala Bulgarların veya Yunanların oralarda kalan Türklere tanıdıkları geleneksel İslam inancı özgürlüğünü isyan ihtimali taşıyan Kürtlere tanıyabilirdi onları uzunca zaman uykuda tutabilmek için.

Yanıtla

Your email address will not be published.

Follow Us